Türkiye’nin yakın dönem faiz serencamı

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge'nin gündeminde Türkiye'nin faiz politikaları, IMF ile ilişkiler ve ülkenin ekonomik gündemleri yer aldı.

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba, günaydın! Herkese iyi haftalar, iyi yayınlar!

Ö.M.: Teşekkür ederiz, size de öyle. İklimle ilgili fevkalade kaygı verici açıklamalar geliyor dünyanın dört bir tarafından. Onun dışında mücadeleler ve yangınlar da devam ediyor dört bir tarafta. Haftanın ortasından itibaren Türkiye’de tekrar büyük sıcaklık artışları olacağı belirtiliyor. Mücadele yetersiz kalıyor tabii, yangınlar da devam ediyor. Bunlarla ilgili epey konuşma yaptık, gündemi büyük ölçüde bunlar belirliyor. Bir de ekonomik durumlar var tabii. Faiz meselesine biraz değinelim isterseniz, faizin artırılması durumu…

A.B.: Geçen hafta, piyasaların beklentisinin üzerinde gerçekleşen politika faiz artışı nedeniyle “faiz tartışmaları” gündeme hakim oldu. Bu nedenle bugün, Türkiye’nin yakın dönem faiz serencamına bakalım. Türkiye’de 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan bir lider ve parti bulunuyor. 2002’den 2018’e kadar geçen 16 yılda Erdoğan’ın faizlerden hiçbir şikayeti olmadı. 

2018’de tam teşekküllü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CHS) geçiş gerçekleşti. Önce 2017’de referandum oldu, otokratik Anayasa kabul edildi. 2018’de Başbakanlık müessesesi kaldırıldı. Türkiye’nin siyasi ve idari yapısı, rejimi değişti. Bu tarihten itibaren artık tamamen “tek adam rejimi” diye dillendirilen otokrasiye geçtik. 

2018’den sonra Erdoğan, “Merkez Bankası bana bağlı, faizi de belirlerim, başkanı da değiştiririm” demeye başladı. Bir süre sonra, “Nas” ve “faiz sebep enflasyon netice” yaklaşımları ortaya atıldı, nihayetinde faizler düşürülmeye başlandı. Bu süre içinde birçok kez ekonomi bakanı ve merkez bankası başkanı değişti. Faizlerin düşürülmesi ve kadroların değiştirilmesi ile birlikte döviz patladı, rezerv kalmadı, dövize endeksli bir enstrüman olan KKM (Kur Korumalı Mevduat) devreye girdi ve son seçimler bu şekilde aşıldı. Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor, faizi indiren de, yükselten de Erdoğan’dır. 

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye, Nazi Almanya’sında Doktor Mengene‘nin laboratuvarlarda insanlar üzerinde yaptığı tıbbi araştırmalar gibi faiz deney laboratuvarına döndü. Kişiye özel faiz deneyleri sonucunda, ülke ekonomisi bugün ağır bir iktisadi ve finansal kriz yaşıyor. Döviz varlıklarını tüketmiş durumda, döviz kaynaklarına erişim sıkıntısı yaşıyor. 

128 dolarlık rezerv erimesine ve 125 milyar dolarlık KKM maliyetine sebebiyet veren “faiz deneyleri” sonucunda, geniş toplumsal kesimler, vatandaşlar bu bedeli ağır zamlar, ağır vergiler ve düşük ücretlerle, açlık ve yoksullukla ödemektedir.

Faiz indirim deneyleri, 2021 Eylül’ünde başladı. Haziran 2023’e kadar sürdü. Erdoğan’ın faiz politikaları ülkeyi iflasa getirdi ama ona rağmen 2023 Mayıs seçimlerini kazandı. Haziran 2023’e gelindiğinde, seçimler bittiğinde Erdoğan faizde ters deneyler yapabileceğinin işaretlerini vermeye başladı. Daha önce görevden uzaklaştırdığı Mehmet Şimşek’i yeniden göreve getirdi. Elinde kadro da kalmamıştı, “kredibilitesi” olan bir Maliye bakanı bulmak zorundaydı. Merkez Bankası yönetimi de değiştirildi. Sonrasında politika faizi yükseltilmeye başladı. Son Merkez Bankası kararıyla beklenenin üstünde bir faiz artışıyla karşılaştık. Altını tekrar çizelim; faizler, Erdoğan’a rağmen artmıyor. Erdoğan izin verdiği için artıyor.Çünkü Latin Amerika ülkelerinden bile beter durumda feci bir ekonomi var. Döviz ihtiyacınızı karşılamak için her çareye başvuruyorsunuz. Bu nedenle, eski uygulamalarınıza tamamen ters olarak ta olsa “politika faizini ” artırıyorsunuz. Artık ters deneylere geçiyorsunuz. 

Piyasalar ve ekonomi basını tarafından alkışlanan faiz artırımı sonrasında bazı sorular akla geliyor. Bu artışla, faiz üzerindeki Erdoğan kısıtlamaları kalktı mı? Akıllara ziyan FSEN sona mı erdi? Faizlerin beklenilen üstünde artırılması, Merkez Bankası üzerindeki siyasi baskının, Erdoğan baskısının, kısıtlamalarının kalktığı anlamına mı geliyor? Hayır. Erdoğan; faiz politikalarını duruma göre değiştirebiliyor. Faizlerin beklenenin üzerinde artması, kesinlikle Merkez Bankası üzerindeki baskının kalktığı anlamına gelmiyor. 

Türkiye’nin nüfusu 85 milyon, bu nüfusun az bir kısmı, ciddi döviz tasarruflarına sahipler, son faiz artışı, dövizde duran tasarruf sahiplerini çözer mi? TL’ye geçişi sağlar mı? Bu kararlar yabancıların Türkiye’ye gelişini artırır mı? Negatif faiz artık sona mı erdi? Son faiz artışı ile pozitif getiri mi elde ediliyor? Hayır. Negatif faiz devam ettiği müddetçe, yerli ve yabancıların yüksek miktarlarda TL geçişi mümkün değil. 

Son faiz kararı ile Merkez Bankası bağımsız mı oldu? Bağımsız çalışmasına müsaade mi edilecek? Hayır. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen, otokratik baskıcı rejim devam ettiği müddetçe klasik liberal ekonomilerde bulunan bağımsız idari otoriteler, sektörel düzenleyici kuruluşlar, para otoritesi, rekabet otoritesi dahil bağımsızlık mümkün değil.

Faiz artırımı yapılırken, Körfez dahil Türkiye’ye yatırım yapacak ya da borç verecek yabancıların beklentilerini karşılamak düşünüldü mü? Elbette düşünülmüştür ama negatif faizin olduğu bir ülkeye yabancıların gelmesi pek mümkün değil. Yabancı negatif faiz için neden gelsin ki? 

Bu kararla, yabancıya bir işaret verilmeye çalışıldı ama yetmiyor. Yerli yabancı ülkeye borç verecekler kesimlerin merak ettikleri faizde %25 son sınır mı? Faizlerin daha da yukarı gitmesine saray izin verir mi? Yabancı ve yerli borç verenler ne aldıklarına, faiz getirisine baktıkları için bu soruların yanıtlarını arıyorlar. 

Kişiye özel faiz laboratuvarında çalışıldığı için bu soruların cevaplarını bilmiyoruz, çünkü Türkiye açık bir ülke değil. Piyasa ekonomisinin kurallarına uygun kararlar verilmediği için net cevap vermek mümkün olmuyor. 

KKM’nin ülkeye maliyeti anormal seviyelere ulaşmış durumda. KKM bir yanardağ oldu, bir iki yılda sönmesi yıllarca sürebilecek bir yanardağ imalatı gerçekleşti ve bu dağ sürekli patlıyor ve lav akıtıyor. Bunun tüm maliyeti Merkez Bankası’nın sırtına bindirildi. Hazine’nin üstünden bu yük alındı çünkü bütçe açığı olarak görülmesi istenmiyor. Merkez Bankası da bu maliyeti para basarak, para arzını artırarak karşılayacak. Bunun sonucunda enflasyon yükselecek, enflasyon vergisi halkın sırtına yüklenecek. Hayat daha pahalı olacak ve yeni vergiler salınacak demektir.

Merkez Bankası bilançosu KKM bilançosuna döndü. Merkez Bankası bilançosu çok büyük bir yükümlülük altına girdi. Oluşan dev yanardağ karşısında KKM’ye dokunmak zorunda kaldılar. “En azından bir kısmını TL’ye geçirmek” itkisiyle, faizleri artırmak ve bankacılık sektörüne bazı kararlar dikte etmek zorunda kaldılar. Ancak son kararlar, tam olarak, KKM’den çözülecek paranın dövize gidişini önlemek, dövizden ayrılmayı teşvik edecek bir mahiyette değil. Başka kararlarla desteklenmesi lazım. Bu kararlar gelecek mi? 

Yıllarca ekonomi basınında çalıştım. 1980 sonrası sürecini takip eden bir kişi olarak ekonomi haberciliği ve basını üzerine pek çok çalışmalar yaptık. Bu tedbirler, kararlar piyasalar için iyi olabilir ama halkın gündelik sıkıntılarına, yaraya merhem olacak kararlar değiller. Piyasa demek, toplum demek değil. Piyasa egemen bir anlayışla ekonomi haberciliği yapılıyor. Hem iktidar basını hem de sözde muhalif basın tarafından bu şekilde değerlendirmeler yapılıyor. 

Son faiz kararı sonrasında havalara uçan bir kesim var. Faizler yükseldiği zaman roller, kostümler hemen değişiyor. Kimisi “saray gol yedi”, kimisi “faiz artışı caizdir” edebiyatı yapıyor. Bir kere, bu kararların hiçbiri saraya rağmen değil, hiçbir bakan ve ekonomi yönetimi Erdoğan’ın hesaba katmaksızın karar alamaz.

Memlekette alınan kararların sonucunda, halkın fakirleştiğini, faiz deneylerinin geliri az insanlar üzerinde olumsuz etkilerini görmezden gelen habercilik hakim. Yıllardır yapılan faiz deneyleri sonucunda artık Türkiye toplumunun hayatı idamesi için gerekli dövize sahip değilsiniz. Eksi döviz rezervlerine düşmüş bir ülkesiniz. Sadece kur korumalı mevduattan dolayı halkın sırtına bindirilen, 125 milyar dolarlık bir yük oldu. Bunların hesabı sorulmuyor, konuşulmuyor. 

%25’lik bir faiz oranı ile %70’lere yaklaşacağı görülen 2023 sonu enflasyonu ile başa çıkmanız mümkün değil. Dolayısıyla alınan kararlar ve yükseltilen politika faizi, Erdoğan’ın eski lideri Erbakan’ın söylemiyle, “pansuman tedbirler” ortada bir ameliyat yok. Bütünleşik bir programda henüz yok. 

Ayrıca Merkez Bankası faiz kararına gerekçe teşkil eden son raporunda “yakın döneme ilişkin göstergeler, enflasyonda yükselmenin sürdüğüne işaret etmekte” ifadesi yer alıyor. Enflasyonun yüksek seyredeceği tespit edilirken, politika faizinin %25 seviyesine yükseltilmesi ile enflasyonun yenilmesi mümkün değil, bu kararlarının yetmeyeceği bir gerçek.

Yıllardır bu süreçleri izlerim bu işlerde doğru iletişim önemli, önce yüksek bir faiz kararı alıyorsunuz. Sonra düşük, beklenenin çok altında bir karar alıyorsunuz, bir ay sonra da beklenenin üstünde karar alıyorsunuz. Bu tür bir iletişim etkisiz bir iletişimdir. Beklenenin üstünde yüksek faiz kararının alınması da… Şaşırtmak iyi bir şey değil, bekleyişleri iyi yönetmek gerekli. Ekonomik bekleyişler üzerine geliştirilen bir teoride vardır. “Rasyonel bekleyişler teorisi” moneterist politikaların bütünleştiği bir alandır. Piyasa ekonomisi için piyasacılar için şaşırtmalar da iyi olmuyor. 

Ö.M.: Cansu Çamlıbel çeşitli röportajlar yapıyor T24’te. Son röportajda yeni Hazine ve Maliye Bakanı ile ilgili olarak Prof. Dr. Daron Acemoğlu,  “Türk ekonomisinin yapısal problemlerini 10 senede kalıcı hâle getirmiş bir bakandan nasıl umutlanayım?” diyor. “Türkiye’de hâlâ sandık çok önemli, Erdoğan da zaten bunu gördüğü için seçimlere bu kadar önem veriyor. Seçimlerin önemini bildiği için bu kadar popülist ya da yarı popülist kararlarla ekonomiyi yönetiyor. Faizi bugüne kadar düşük tutmaya çalıştı. AKP gelecek 5 senede, belki 10 senede büyük olasılıkla devam edecek ama ne yön seçeceğini benim bilmem mümkün değil. Sayın Erdoğan her ne kadar geçmişte çok büyük esneklik gösterip politikalarını değiştirse de şu anda yapılması gereken yapısal reformları hiçbir zaman öne çıkarmadı.” diye de ekliyor. Önemli bir noktaya temas etmiş.

A.B.: Bu tür krizler yaşayan gelişmekte olan ülke ekonomileri için çeşitli programlar uygulanır. Dünya finansal sistemine entegre olmuş, bu sistemden borç alarak ekonomisini finanse eden, açıklarını bu şekilde kapatan ülkeler için geliştirilen dinamik istikrar programları vardır. Bu programlarında değişik parçaları vardır. Stabilite sağlamak faiz enstrümanı, değişik çıpalar kullanırsınız. IMF ile birlikte yapılan, 1999 yakın izleme anlaşması, 2001 Stand By Anlaşması, değişik çıpaların denendiği, -o zaman da çıpa deneyleri yapıyorduk-, programlardı. 

Bu programların yapısal reform tarafları vardır, amaç kamuya/hazineye açık yükleyen alanları, açık taşımayacak hâle getirmek için reforme etmektir. Yapısal reformlara da çoğunlukla büyük abartılarla yaklaşılır, beklentiler yükseltilir. Yapısal reformların Türkiye halkları üzerinde her zaman olumlu katkısı yoktur. Mesela bunu 2001 programında tarımda gördük. Daha sonra tarım sektörünün olumsuz gelişmesinde 2001 reformunun katkıları olduğunu belirtmeliyiz. 

İstikrar programının çatısı kurulurken söylediğim gibi değişik çıpalar kullanılır ve Hazine’ye açık üreten alanları ıslah etmek, düzene sokmak için politikalar tesis edilir, yapısal reform takvimi yapılır, maliye ve para politikaları açık seçik belirlenir. Bir gün böyle, bir gün şöyle, bir gün öyle değil. Ekonominin aktörleri, piyasa aktörleri, reel sektör, finansal sektör buna göre tavır alır. Vaziyet belirler, vatandaşlar ve tasarruf sahibi de ona göre pozisyonunu alır. 

Bugün böyle bir çıpa yok. Mehmet Şimşek’in çıpa olması, Gaye Erkan’ın çıpa olması bu rejim haliyle mümkün değil. Türkiye’de bir tek çıpa var: Recep Tayyip Erdoğan çıpası, o da sürükleniyor. Seçimi kazandıktan sonra tam ters faiz deneyleri yapmaya başladı. Kredibilitesi olan ortaya konmuş bir program yok, Eylül ayında açıklanması beklenen orta vadeli programı bu anlayışla kullanmaya çalışacaklar.

Körfez ülkelerine, uluslararası kuruluşlara, IMF’ye, Dünya Bankası’na, borç isteyecekleri Goldman Sacks, Merrill Lynch gibi kuruluşlara gidildiğinde muhataplar ciddi bir program görmek istiyor. Türkiye gibi döviz açığı olan ülkelerde uygulanan istikrar programları için sağlanacak finansman paketinin miktarı ve maliyeti de çok önemli. Peki, böylesi çökmüş bir ekonomide nasıl sağlarsınız finansman paketini? Üyesi olduğun IMF adlı bir kuruluş var, bu kuruluşta kredi olarak çekebileceğin, IMF parası dediğimiz bir kotan var ama o kota yetmiyor. 

Yetmeyince, IMF yönetimine “zor durumdayım, bir program hazırladım, programa eğer onay verirseniz, daha fazla sizden borç/kredi almak istiyoruz” diyorsunuz. Onlarda ne yapmak istediğinize bakıyor, anlaşırsanız kredi veriyor ya da diyor ki “yok olmamış bu program bizim katılımızla olacak, birlikte hazırlanacak bu istikrar programı” diyor ve IMF denetimine tabi oluyorsunuz. Uzun yıllar boyunca bunları yaşadık. Türkiye’nin IMF ile yıllar süren ilişkileri oldu. Şimdi ortada böyle bir program yok. 

Daron Acemoğlu, “Şimşek’in ciddi bir kredibilitesinin olmadığını” söylüyor. Mehmet Şimşek görevde olduğu dönemde olumsuz gidişatı önlemek üzere ciddi bir şey yaptı mı? Hayır, üstüne yattı. Şimşek, zaten Ali Babacan’ı marke etmek için Erdoğan’ın geliştirdiği bir reflekstir. Üstelik Erdoğan kendisini ağır suçlamalarla ekonomi bakanlığından uzaklaştırdı. Kredibilite meselesi önemli, hem programın kredibilitesi, hem de uygulayacak kişilerin kredibilitesi. Bugün kredibilitesi olan bir program da kişilerde yok. 

Bir IMF heyetinin yakında Türkiye’ye geleceğine ilişkin bir haber basında yer aldı. 10 Temmuz’daki programımızda bundan söz etmiştim, söylediklerim resmî bir bilgiye dayanmıyordu. Doğrusu söylemek gerekirse yıllar boyunca bu tür süreçleri izleyen bir kişi olarak, AKP’nin de, ters deneyler yapma şampiyonu bir iktidar olduğunu da gördüğüm için “IMF’ye de yönelebilirler” demiştim. Erdoğan, “yerel seçimlere kadar durumu idare ettirecek Şimşek ve ekibine” demiştim. Yerel seçimlerden sonra, 2028 seçimlerine kadar 4-4,5 yıllık bir süre var. Erdoğan için de çok rahat bir dönem. Yerel seçimleri kazanan bir iktidar, sonrasında IMF programı uygulamış, sert programlar olmuş farketmez. Muhalefet etkisiz, halkın ses çıkaracak hâli yok, demokrasi yok, muhalefet etkin enstrümanlarını kullanmıyor. Erdoğan’ın baş döndüren U dönüşlerini çok gördük.”IMF’nin önüne gidebilirler” dememin nedeni buydu. Daha sonra ABD'li gazeteci Seymour Hersh de 14 Temmuz’da, “Türkiye, İsveç’in NATO girişini onaylamak karşılığında IMF ile 10-12 milyar dolarlık anlaşma yaptı, İsveç’i bu anlaşma ile NATO’ya alıyorlar” diye yazdı.

Özdeş Özbay: Dün biliyorsunuz ortaya bir iddia atıldı, Artı Gerçek’te yer aldı ama aslında 10 Haber yazarı Erdal Sağlam yazmış. “IMF heyeti Eylül ayında Ankara’ya gelecek” diye… Daha sonra bakanlık açıklama yapıp yalanladı.

Ö.M.:Artı Gerçek’e baktım. Türkiye’nin IMF’den destek istediği ve “heyetin bu nedenle Türkiye’ye geleceği” iddiası doğru değil. Resmî bir davette bulunmadıkları ifade edilmiş. “IMF’nin Türkiye ile ilgili teknik ekibinde kısa süreli değişiklikler oldu ve yeni üyeler katıldı. Diğer ülkelerde de mutad, alışılmış olduğu üzere yeni ekibin ülkeyi tanımak, kendi paydaşlarıyla tanışmak ve Türkiye’nin son dönemdeki ekonomi politikalarını daha yakından öğrenmek isteyebilecekleri için teknik ve rutin, alışılmış bir ziyarette bulunabileceğini kaydetti” diyordu haberde. 

A.B.: IMF, üyelerine her sene gider. IMF ile yapılan sözleşmenin 4. Madde’si konsültasyon maddesidir. Her sene gelir, kriz olsun veya olmasın… Üye ülkelere giderler. IMF’de de bir bürokrasi var. Türkiye ilgili uzmanların yer aldığı bir grup vardır, o masadan uzmanlar gelir, Türkiye ekonomisinin rakamlarına bakar, inceler, zaten sürekli izliyorlar. Türkiye’de de IMF misyonu bulunuyor. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Dünya Bankası da Ankara’da ofis açtı. Daha sonra 1999 yakın izleme anlaşması sırasında, Ankara’daki Dünya Bankası ofisinde IMF’ye bir oda verildi. Yani yıllardır IMF temsilcisi Türkiye’de var, dolayısıyla rutin görüşmeler her zaman olur. 

Erdoğan “IMF’ye biz borç verdik” dediğinde de bu insanlar görevlerinde Türkiye’de durumları takip ediyorlardı. Ayrıca Washington’da IMF’de de Türkiye’den bir temsilci vardır. Bu görevli IMF nezdindeki Türkiye Cumhuriyeti Hazine temsilcisidir. IMF’de ülke masalarının bağlı bulunduğumuz bir grup başkanlığı vardır, grubun üstünde başkan yardımcısı bulunur, işte böyle bir hiyerarşik ilişki içindedirler. 

Bu ekiplerde zaman zaman değişiklikler olur, bu gelip gitmeler rutindir. Ancak belli ki bu feci çöküş, belli ki sonuçta IMF’de iş bitecek. Neden IMF? Racon bu. Daha ucuz kaynağı başka yerde bulamıyorsunuz. Ayrıca daha ucuza uluslararası piyasalarda borçlanmanın yolu IMF ile anlaşmaktan geçiyor. 

CDS’leri, risk primi yüksek bir ülkesiniz, bu riski düşürmek, borçlanmak istiyorsunuz, piyasalarda size “sen önce IMF ile anlaş, sonrasında hem faizleri düşüreyim, hem de sana borç vereyim” diyor, sistem böyle işliyor. IMF ile kenardan, yandan, örtük bir şekilde devam eden ilişkilerin olmaması mümkün değil. Yerel seçimlere kadar bunlar dillendirilmez... IMF’ye gidilmesi gerektiğini Goldman Sacks’ta Merrill Lynch de söylüyor, Citibank de söylüyor. Türkiye, ağırlıklı olarak Londra ve New York piyasalarından borçlanıyor. Biraz da sanıyorum Frankfurt piyasasından… Hazine, özel bankalar, kamu bankaları, holdingler buralardan borçlanıyor. IMF’ye gitmek Erdoğan’ın ters ayakla yaptığı işlerden biri ama önemli değil, hep yapıyor. 

Yerel seçimlerde, “Ankara ve İstanbul’u bana aldırın, o süreye kadar durumu idare edin, sonra IMF ile görüşürsünüz” dendi. Olay bu kadar basit, IMF ile kol kola mı girersin, el ele mi tutuşursun, çok mu yakın olursun, uzak bir ilişkin mi olur? Zaman içinde şekillenir, ya da IMF ile başka anlaşma modelleri üzerinde çalışılabilir mi? Olabilir elbette…

Dünyada da büyük uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin böyle feci bir şekilde batışını istemezler. Türkiye’den para kazanmaya devam etmek istiyorlar, Türkiye büyük ve iyi bir Pazar. Halen hem mal satışı, hem para satışı için iyi bir pazar. IMF ile bir ilişkiye girmesini iç ve dış piyasa aktörleri destekler ama mevcut kadronun çok da güvenilir bir kadro olmadığını, Daron Acemoğlu da, herkes de, uluslararası kuruluşlar da biliyor. Bu kadroların yıllardır izlediği zigzaglar ortada. 

Yıllardır, “IMF geldi bizden para aldı, borç verdim IMF’ye” diyorsun. Böyle bir şey yok, aslında sermayeye katılım payın arttı. Bu nedenle para verdin, yani sermayeye katıldın. Anlattıklarımın çoğu piyasalar için deva olacak şeyler, ama piyasa demek toplum demek değil. Halk kitlelerinin hâli perişan.